KEKİK KOKUSU
Doğanın yeniden uyandığı, insana -neredeyse- hayatı sevdirecek kadar taze kokulu bir bahar günüydü. Dağlardaki kır çiçekleri alıyla, moruyla, pembesi-sarısıyla görkemlice sunuyordu kendini dünyaya. Doğanın kokusu baş döndürürken, bu alacalı görkem göz zevkini arşa çıkarıyordu. İşte böyle bir günde denize nazır bir kasabanın huzurlu sakinliğine ihtiyaç duyarak uyandı uykusundan. Deniz kıyısı bir şehirde yaşayıp büyümüş bu kadın, uzun süre denizin hasretini çekmiş, sonunda canına tak etmişti. Üniversite için gittiği Ankara’ya yerleşip ara sıra da olsa geldiği şehrine annesi ve babasını kaybettikten sonra ayak basmamıştı. Uzun süren memleket hasretinden mi yoksa bunaltıcı ve bol koşturmacalı şehir hayatından kaçma isteğinden midir bilinmez; uyanır uyanmaz ‘gitmeliyim’ dedi kendine. Belki de rüyasında görmüştü ama hatırlamıyordu. Sonsuz bir özlemle, çıplak ayak deniz kenarında yürürken tabanlarında hissettiği kumun yumuşaklığını, denizin köpük köpük ayağına vuruşunu düşündü. Kahvaltı etmed