KEKİK KOKUSU

Doğanın yeniden uyandığı, insana -neredeyse- hayatı sevdirecek kadar taze kokulu bir bahar günüydü. Dağlardaki kır çiçekleri alıyla, moruyla, pembesi-sarısıyla görkemlice sunuyordu kendini dünyaya. Doğanın kokusu baş döndürürken, bu alacalı görkem göz zevkini arşa çıkarıyordu. İşte böyle bir günde denize nazır bir kasabanın huzurlu sakinliğine ihtiyaç duyarak uyandı uykusundan. Deniz kıyısı bir şehirde yaşayıp büyümüş bu kadın, uzun süre denizin hasretini çekmiş, sonunda canına tak etmişti. Üniversite için gittiği Ankara’ya yerleşip ara sıra da olsa geldiği şehrine annesi ve babasını kaybettikten sonra ayak basmamıştı. Uzun süren memleket hasretinden mi yoksa bunaltıcı ve bol koşturmacalı şehir hayatından kaçma isteğinden midir bilinmez; uyanır uyanmaz ‘gitmeliyim’ dedi kendine. Belki de rüyasında görmüştü ama hatırlamıyordu. Sonsuz bir özlemle, çıplak ayak deniz kenarında yürürken tabanlarında hissettiği kumun yumuşaklığını, denizin köpük köpük ayağına vuruşunu düşündü. Kahvaltı etmeden hazırladığı küçük çantasıyla çıktı yola. Yeni Türkü’nün çok sevdiği bir şarkısında* da söylediği gibi bozkırlardan geçen yolu nihayet denizlere vardı. Dağ yamacından kıvrılıp şehre doğru inen yoldan geçerken gördüğü manzara bile nefesini açmıştı. Mavinin verdiği bu derin huzur, doğanın insana verdiği bir armağan olabilir miydi? Uzun uzun seyretti manzarayı. Yavaşça şehrin merkezinden geçip daha seyrek yerleşimli köylere doğru çevirdi direksiyonu. Babasının evinde kalacaktı. Ama önce küçükken annesiyle hep gittiği anneannesinin köyüne gitmek istiyordu. Orada yüzdüğü suları hiç unutamıyor, başka sahiller ona aynı dinginliği veremiyordu. Bu denizde yüzmenin verdiği eşsiz keyfin suyun ısısı ve akıntısıyla ilgili olduğunu sanıyordu ama asıl mesele her deniz sonrası annesiyle kumsalda voleybol oynarken babasının bir köşede kestiği karpuzların hazır olduğunu bildiren seslenmeleriydi. İnsana huzur veren şey bulunduğu ortam değil, geçmişte orada yaşadığı güzel anlar oluyordu çoğu zaman. Aynı hisleri yaşayamayacağını bilse de aynı koyda yüzmek istiyordu. Aynı sularda yüzüp, karpuz yerken ağzını yüzünü karpuz suyuna bulamış saçı başı deniz kumu dolu olan o musmutlu minik kıza dönüşmek istiyordu yeniden. Deniz kenarına geldiğinde, güneş denizin arkasında yerini almış tatlı bir turunculukla vedaya hazırlanıyordu. Sakince oturdu kumsala. Her saniyenin keyfini çıkarırcasına uzun uzun seyretti batan güneşi, sakince kumları okşayan denizin köpüklerini… Üstündeki elbiseyi sakince sıyırdı bedeninden. Yavaş adımlarla, her bir kum tanesini hissetmek istercesine yürüdü denizin sonsuzluğuna. Parmak uçları suya değdiği an suyun serinliğinden ürperdi. Bedenindeki tüm hücrelerin yaşadığını hissetti. Suya kendini tamamen bıraktığında adeta bir balık olmuştu. Dalıp çıkıyor, dipteki kumlara dokunup suyun yüzeyinde yatıyordu. Kaç zaman geçtiği bilinmez, çıktı sudan. Hava çoktan kararmıştı. Kumsalın biraz ötesindeki yürüyüş yolunda sıralanmış sokak lambalarının ışıkları sayesinde buldu kıyafetlerini. Saçının fazla suyunu iyice sıkıp giydi elbisesini üzerine. Saçı başı yine o küçük kız gibi kum içindeydi. Ağzında denizin tuzlu tadı, kalbinde huzurla baba evine doğru yola çıktı. İyiden iyiye acıkmıştı. Yol üzerinden biraz peynir, küçük bir karpuz ve ekmek aldı. Bunlar onun sadece karnını değil ruhunu da doyuracaktı, biliyordu. Eve vardığında uzun süre eşikte durdu. Evin terkedilmişliğinin, anılarının beynine hücum edercesine üşüşmesinin, yaşadığı derin özlemin ve daha sayamadığı nice küçük detayın etkisiyle ürperdi. İçeriye doğru küçük bir adım attı sonra. Eşyaların çoğu yoktu. Ev; birkaç koltuk, yatak odasında bir yatak ve komodin, girişte bir ayna ve vestiyerden hallice bir dolap, birkaç mutfak eşyasından ibaretti artık. Bir zamanlar neşe dolu kahkahaların, bitmek bilmeyen misafirlerin doldurduğu bir evken şimdi nasıl da ıssız, nasıl da yalnızdı. Kendisi gibi. Hızlıca banyoya gidip duş aldı. Kumlarından arınmanın hafifliği ve bastıran açlığın etkisiyle mutfağa geçip ışığı yaktı. Annesi tezgahın önünde belirdi zihninde. Üzerindeki kıyafeti gördü, buzdolabından bir şey almak için yürürken ayağındaki terliklerin çıkardığı sesleri duydu, saçlarının kokusunu aldı seneler sonra yeniden. Gözyaşları sicim gibi akıyordu yanaklarından. Elinin tersiyle silip burnunu çekti. Tezgaha gidip çekmeceden bir bıçak çıkarıp karpuzu kesti. Peynirden birkaç dilim bölüp tabağa koydu. Bir parça ekmeği de alıp balkona çıktı. Bu balkonda oturup yıldızları sayarken ne çok dilek dilemişti. Kaç kez ağlamış, kaç kez umutla gökyüzüne dalmıştı… İştahla tabağı silip süpürdükten sonra derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. Yol, deniz ve biriken tüm bu duygusal yükten uykusu gelmişti. Annesi ve babasının odasına girmeye hali yoktu. Kendi odasına girip anılarını depreştirmek ise hiç mi hiç işine gelmiyordu. Salondaki koltuklardan birinin üzerindeki örtüyü kaldırıp kıvrılıverdi.
Sabah uzun zamandır duymadığı kuş sesleriyle açtı gözlerini. Gün doğmuş, üzerine vuran güneşin sıcaklığından sırılsıklam terlemişti. Hızlıca duşunu alıp dünden kalan karpuz ve peynirle kahvaltısını etti. Evin gündüz vaktindeki görüntüsü akşamki kadar kasvetli ve duygulu gelmiyordu. Yine de etrafı gezmek, bu anı dolu evde durmaktan daha cazip geldi. Hazırlanıp çıktı yola. Bu sefer nereye gideceğine karar vermeden dolaşıp duracaktı. Köy meydanına geldiğinde dağa doğru kıvrılan yola saptı. Yılanı andıran bu ince ve kıvrımlı yoldan geçerken yüzüne vuran çam ve ardıç kokularını daha iyi alabilmek, rüzgârı yüzünde hissedebilmek için camı tamamen açtı. Müziğin sesini yükseltti. Gittikçe gidiyordu yol. Nereye varacağını düşünmeden çıktıkça çıkıyordu o da. Kıvrımlardan birinde arabaların durması için açılan geniş alan çarptı gözüne. O alana girip indi arabadan. Dün, içinde yeniden hayat bulduğunu hissettiği deniz şimdi ayaklarının altında uzanıyordu adeta. Oksijenden başı dönmüş, tatlı bir sarhoşluk halindeydi. Durduğu yerin aşağısı alabildiğine uçurumdu. Bakanın başını döndüren bu uçurumla yolun arasında inatçı bir yaşlıya benzeyen koca kaya vardı. Öyle güçlü öyle heybetli görünüyordu ki… Gözüne o kayayı kestirip usul usul inmeye başladı ona doğru. Bu esnada ayağının altından ufak toprak parçaları kopup uçurumun dibine doğru yuvarlanıyordu. Kalbi güm güm atarken ulaştı kayaya. Oturdu üzerine. Derin derin nefesler alarak manzarayı içine çekti. Gözlerini kapatıp sessizliği dinledi. Ağaç hışırtısını, böcek seslerini… Gözlerini açtığında kayanın dibinden büyüyüp uzayan kekik dalına çarptı gözü. Babası çok severdi kekiği. Hatta bu yörenin ağzıyla söylemek gerekirse; ‘zahter’i çok severdi babası. Annesi bunun kurutulmuşunu yemeklere, tazesini ayıklayıp salataya katardı. Hastalandıklarında da kaynatıp suyunu içirirdi. Çok ekmeğini yemişlerdi ailecek bu otun. Eğilip ucundan birazını kopardı. Kokladı uzun uzun. Kokunun verdiği müthiş hafıza oyununun etkisiyle bir sürü anı doluştu yine zihnine. Tüm sülalenin kadınlarıyla yılın belli zamanlarında dağlara çıkıp koparılan zahterler, hep birlikte şarkılar türküler söylenerek yürünen yollar… Bir gün annesinin, uçurumun kenarına tünemiş bir zahter öbeğine erişmeye çalışırken düşüp kolunu kırdığını hatırlıyordu. Çok ağlamıştı annesinin düşmesine o gün. Hatta hastaneden eve döndükten sonra “Neden koparıyoruz biz bu otu? Gitmeyelim artık, bir daha düşersen seninle konuşmam!” diye annesine ağladığını bile hatırlıyordu. Annesi alçılı olmayan eliyle, gülümseyerek başını okşamış “Öyle deme kuzum, evde olsam da düşebilirdim. Hem zahtere ot deyip geçme öyle. Çok şifalıdır o. Şifa topluyoruz biz.” demişti büyük bir gururla. Şimdi burnunda bu kokuyla canının yandığı her anı düşündü. Tüm düşmelerini, kalkamayışlarını, yalnızlığını, korkularını, kaybettiklerini… Annesinin her zaman olduğu gibi şimdi de haklı çıkmasını dileyerek, ruhundaki tüm yaralara şifa olacağına inanarak derin derin kokladı yeniden taze zahteri. Annelerin yanıldığı nerede görülmüştü?

*Yeni Türkü-Fırtına


                                                                                                                    YESENYA


Yorumlar

  1. Okudukça tekrar tekrar okumak istiyorum çok güzel yazılmış her satırda biraz daha kendimi bulduğum bir hikâye emeğe sağlık ♥️

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar