Yazar

Salaş, sessiz ve sakin kafeden içeri girerken kapının üstündeki çanın tanıdık sesini işitti. Kafe sahibesinin her zamanki içten gülümsemesine ufak bir baş selamıyla karşılık verip her zamanki köşesine kuruldu. Burayı seviyordu. Sessiz sakin olmasının yanı sıra, gözlem yapmak için muazzam bir yerdi. İnsan çeşitliliği çoktu çünkü. Sanatçısından öğrencisine, ev hanımından öğle arasında bir şeyler atıştırmak isteyen işçisine kadar birçok insan geliyordu buraya… Biraz salaş ve uygun fiyatlı olmasının bunda büyük etkisi vardır herhalde. Bu durum onun için bulunmaz bir nimetti. İşi yazmaktı. Yazar diyorlardı ona ama o işinin insanlar olduğunu düşünüyordu. Daha doğrusu insanları gözlemlemek, sonra da o gözlemleri harmanlayıp yeni bir dünya yaratmak. Böyle anlatınca daha afili oluyordu. Emektar lacivert kaplı defterini ve ucunu açmaktan ufalmış kurşun kalemini çıkardı. Kemik çerçeveli gözlüğünü düzeltip etrafını incelemeye koyuldu. Hemen sol çaprazında bir çift oturuyordu. Yaşlarının 20-25 aralığında olduğunu tahmin etti. Oğlan biraz gergin, kızsa öfkeliydi. Kızın ufak çaplı bir kıskançlık krizinde olduğu kanısına varıp defterine notlar aldı. Oğlan çaresizce bir şeyler açıklamaya çalışıyor, kız inatla dinlemek istemiyordu. Oğlanın çaresizliğinin yüzüne vurmuşluğunu betimledi defterine kısaca. Kızın da sinirden tırnaklarını yediğini… Onlar tartışmayı sürdürürken başka insanları incelemeye karar verdi. Karşı masasında emekli olduğu ağarmış saçlarından, elindeki bulmacadan ve bilge tavırlarından belli olan beyi izlemeye koyuldu. Yanında bir fincan çayı, burnunun ucunda gözlükleri vardı. Hareketleri öyle düzenli ve kendinden emindi ki, olsa olsa askeriyeden emeklidir diye düşündü. Not aldı hızlıca ve incelemeye devam etti. Öncelikle soruyu dudaklarını oynatarak okuyor, cevabı düşünüp boşluklara uyup uymadığını kontrol ediyordu. Cevap uyunca keyifle gerinip çayından bir yudum alıp kendini ödüllendiriyor, uymazsa kızıp başka soruya geçiyordu. Arada yorulup gözlüğünü çıkarıyordu. Gözlerini ovuşturuyor ve denize uzun uzun bakıyordu. Ufuk çizgisine bakışından, bakışındaki buğudan ve bir süre sonra kafasını sağa sola sallamasından bir şeyleri düşünüp düşünüp kafasından atmaya çalıştığını anladı. Unutmaya çalışır gibiydi kısaca. Birini ya da bir şeyi… Kafasını salladıktan sonra geri dönüyordu bulmacaya. Oyalanmaya çalışır gibi… Tüm ayrıntılarıyla notlarını alırken garsonun “Bir şey alır mıydınız?” sorusuyla irkildi ufaktan. “Kahve. Her zamankinden.” diye cevap verdi kısaca. Garson giderken az önceki çifte kaydı gözleri. El eleler. Belli ki ikna etmiş oğlan. O hikayeyi mutlu sonla bitirmesi gerektiğini de not alıp denize baktı. Kahvesi geldi o sırada. Hava hafif puslu. İki üç gemi dışında tenha sayılır deniz. Buraya her oturuşunda gelen his geliyor tekrar. O kadar yalnız, o kadar sıradandı ki hayatı, başka hayatları inceleyip yeni hayatlar oluşturuyordu. Sahi deli miydi? Annesini dinleyip ‘düzgün bir iş’ e girse fena mı olurdu? Defteri kapatıp kahvesini yudumlarken bazı şeyleri çok sorgulamamayı öğütledi kendine…  
                                                                                         YESENYA

Yorumlar

Popüler Yayınlar