İlham Perisi

Yaklaşık bir buçuk saattir, sabırla bir şeylerin yazılmasını bekleyen boş sayfaya bakıyordu.  Bu bir buçuk saat içinde mütemadiyen kalemini kemirmiş, ara sıra kalemini parmaklarının arasında çevirmeye çalışmış ve becerememiş, iki kere kendine kahve doldurmuştu ve kahvelerin ikisi de tamamen içemeden soğumuştu. Zaten yazmaya çalıştığında hep adettendir diye kahve yapardı kendine ve asla bitiremezdi. O çayı severdi aslında ama racon böyleydi, yazı yazarken kahve içiliyordu ve onunda bu yazılmamış kurala uyması lazımdı. Senaristti. Yirmi dokuz buçuk yaşında, bir köpeği ve nadir arkadaşları olan, ailesiyle arası pek iyi olmayan ama mutlu bir kadındı. Ya da kendisini mutlu diye tanımlamak hoşuna gidiyordu. Saatlerdir yazmaya uğraştığı ama bir türlü beceremediği o yazı da aylık edebiyat dergilerinden birine bu ayki sayı için yazmaya söz verdiği yazıydı. Senaryosunu yazdığı dizi kısmen tutunca ona bir köşe ayırmışlardı. Fikirlerine önem verdikleri için değil yani, amaç modaya ayak uydurmaktı. O sıralar ne tutarsa herkes onun peşinden koşardı. Bu ayın yemi de oydu. Herkes kendisine bu dizideki hikayeleri, olayları, diyaloglardaki saklı mizahı nasıl yazabildiğini, bu ilhamın nasıl geldiğini sorardı. O da samimiyetle bunun ilhamla bir alakası olmadığını gerçekten çok çalıştığını, uyumadığını, yazacak bir şeyler bulabilmek için sürekli film izleyip kitap okuduğunu anlatırdı. Ama insanlar onun sadık bir ilham perisi olduğuna inanmak istiyorlar ve böyle olduğunu konuşuyorlardı. Böylesi daha romantik geliyordu herhalde. Oysa o ilham perisi denilen şey peri değil kesinlikle kötü kalpli bir cadıydı. Peri dediğin yardım eder, lazım olunca gelir işleri yoluna koyar sonra da çekilir gider. Ama bu cadı, en lazım olduğunda ortada görünmezken en uygunsuz zamanlarda –tuvaletteyken, otobüste sıkış tepiş ölmemeye çalışırken, çok önemli bir toplantının ya da işin ortasında- gelirdi. O kadar uygunsuz anlardır ki bunlar gelen ilhamı hayata geçirmek şöyle dursun, aklınıza geleni unutmamak için not etme imkanı bile bulamazsınız. Gelmesi gereken zamanlarda büyük ihtimalle bir köşeye sinmiş sizin çaresizlik içinde kıvranmanızı izlerken keyifle kahvesini –malum kahve önemli- yudumluyordur. Çok üstüne gidiyordu bu ilham perisinin belki de. Ama boş sayfaya boş boş bakarken saçma sapan da olsa bir şeylere sinirlenmek onu rahatlatıyordu. Hep böyledir, çaresizken suçu başkasına atmak rahatlatır. Küfür etmenin rahatlatması ona göre bundan kaynaklanıyordu. Offf… Gene alakasız şeyleri düşünüp asıl konudan uzaklaşıyordu. Asıl yapması gereken şey hariç her şey cazip geliyordu şu an. Bu soğukta evdeki çöpleri yüz metre ilerdeki çöp kutusuna atmaya bile üşenmeden gidebilirdi mesela. Ya da kendini acıktığına inandırıp yemek yapabilirdi. Saatlerce anlamsızca duvara bakmak bile şu ilham cadısını beklemekten daha eğlenceliydi muhtemelen. Yazmalıydı. Yarın sabah teslim etmesi gerekiyordu. “Tamam” dedi kendi kendine. “Adım adım ilerleyelim. Öncelikle konu belirlemeliyiz. Neyi ele alayım mesela? Küresel ısınma? Yok artık! Gençlerin uyuşturucuya… Klişeler tepsin seni. Ha tamam tamam, dolunayın etkileri. Ne yazacaksın bu konuda? Etki 1- Kurt adama dönüşmek. Nokta. Hayırlısıyla kafayı da kırdık…” Kendi kendine kavga etmekten daha iyi gelecek şeyler yapmalıydı. Biraz müzik çok şey değiştirebilirdi. Kalkıp özenle aldığı pikaba favori plağını koydu. Plaktan ince ince Selda Bağcan süzülürken bir müddet daha saçma sapan şeyler düşünme rekorunu kırmaya çalıştı. Ve nihayet bir şimşek çaktı kafasında. İlham cadısı o kadar hakaretten sonra gelmeye karar vermişti herhalde. Selda Bağcan’ın ipek sesiyle söylediği türkünün etkisi de olabilirdi tabi. Yıllar geçse de asla değişmeyen edebiyat güzellemesi neydi? Tabi ki ayrılık acısı! Sonuçta bu bir edebiyat dergisiydi ve baştan sona acıyla kavrulmuş bir aşk hikayesinin okuru her zaman bol olurdu. Araya birkaç Cemal Süreya ya da Turgut Uyar dizesi de kondurdu mu… Tamamdır! Bu kadar basit ve asla eskimeyen bu klişeyi nasıl atlamıştı böyle? Az daha küresel ısınmanın etkilerini yazacaktı gençleri bilinçlendirelim ayağına. Metni yazması sadece on dakikasını almıştı. İki saatten fazla düşününce aklındaki fikirleri unutmamak için delice bir hızla, az önce elinde boş boş salladığı kalemi kırarcasına yazıyordu. Bu hızla yazmaya uğraşınca birçok yazım hatası yapmıştı haliyle. Ama metni en az dört defa daha okuyup düzenleyeceği için sorun yoktu. Tam imla düzenlemelerine başlayacaktı ki plak durmuştu. Tekrar başlatması ve kendine bir kahve koyması gerekiyordu. Adettendi sonuçta…
           
                                                                                            YESENYA

Yorumlar

Popüler Yayınlar