Kısır Döngü
Uyandı. Gözlerini açar
açmaz telefonuna uzandı. Hemen bir şarkı açtı. Başka türlü uyanamıyordu. Bir
süre uzanıp tavanı izledi. Düşündü. Ne işi vardı bugün? Ofise gidip dün
bitirmediği işleri tamamlayıp bugün yapması gereken işleri de yarına
bırakacaktı. Patronunun sürekli etrafta gezip caka satmasını, millete emirler
yağdırmasını ve karşı masasında oturan sarışın güzele sarkmasını izleyecekti
yine tiksinerek. Öğle yemeğinde yakın arkadaşlarıyla ofisin bir alt katındaki
lokantada oturup her zaman yediklerini sipariş edeceklerdi. Gündemden bahsedip
internette tıklanma rekoru kıran videoları tekrar tekrar birbirlerine
izletecekler, çok gerekli ve ulvi bir işmiş gibi şakayla karışık o videoları
eleştirecekler, daha sonra kalkıp ofislerine döneceklerdi. Tüm gün yine O’nu
izleyecek sanki tesadüfen karşılaşmış gibi yoluna çıkmayı kollayacaktı. Ve yine
‘nasılsın’ dan ileri gidemeyecekti konuşmaları. Sahi neden bu kadar utangaçtı?
Bir gün yemeğe giderken O’nu da çağırsaydı ya? Güldü kendine. Her sabah buna
benzer planlar kuruyor sonra yine gidip en fazla nasılsın diyebiliyordu. “Kesin
aptal olduğumu düşünüyordur” diye mırıldandı kendi kendine. Bugün salıydı. Her
hafta olduğu gibi bu salı da akşam yemeğini annesiyle yiyecekti. Babasının
ölümünden sonra kız kardeşi ve abisiyle birer gün belirlemişlerdi. Herkes kendi
gününde annesiyle akşam yemeği yiyecekti. Bir de ortak günleri vardı. Cuma. Her
cuma hep beraber oturur haftanın olağan şeylerini konuşur, babalarını anar,
annelerinin mahalle dedikodularına zoraki katılır ve evlere dağılırlardı. O
günlerden nefret ediyordu. Abisinden,
kız kardeşinden, kendinden hatta annesinden. Çünkü bir görev gibi
yapıyorlardı bu işi. Ofise gidip sıkıcı evrakları doldurmakla annesine yemeğe
gitmesi arasında bir fark olmalıydı. Hiçbiri orada olmaktan gerçekten mutlu
değildi. Vicdan rahatlatmak için oradalardı ve işin en garip tarafı herkesin bu
oyunu devam ettirmesiydi. Zorunlu akşam yemeğinden ve annesinin hayatı
hakkındaki sayısız eleştirilerinden sonra evine dönecekti. Bugün bir değişiklik
yapıp film izlemeye karar verdi. Sonra acı acı güldü. O kadar sıkıcı ve
sıradandı ki, insanların neredeyse her gün yaptığı bu aktivite onun için bir
farklılıktı. Filmi izlerken yine tek başına olacaktı ve yine filmin yarısından
fazlasına odaklanamayacaktı. Film izlemeyi bu yüzden sevemiyordu galiba. Ne
zaman film izlese filmin başkarakteriyle kendi hayatını kıyaslardı. Ve hep
kendi hayatından nefret ederek bitirirdi bu ritüeli. Hayatındaki en büyük sorun
buydu işte. Sürekli düşünüp kendi hayatını, tercihlerini, hareketlerini, hatta
görünüşünü eleştiriyor ama değiştirmek için de hiçbir şey yapmadan böyle
yaşamaya devam ediyordu. Çok imreniyordu hayatını değiştirebilen ya da en
azından çabalayan insanlara. Mesela geçenlerde spora başlamaya karar verdi. Bir
yazıda okumuştu spor yapmak insana öz güven veriyormuş. Kendine, bedenine iyi
bir şeyler yaptığın için mutlu da oluyormuşsun. E daha ne olsun? Kararı kesindi
ve hemen sokağın başındaki spor salonuna yazıldı. Bu azmi sadece 1 buçuk saat
sürdü. Sonrada o salonun kapısının önünden bile geçmedi. Böyle de azimli bir
insandı işte. Şarkı dördüncü kez değişirken kalktı. Her sabah olduğu gibi
ısıtıcıya kahve suyunu koydu, kapıdan gazeteyi aldı ve banyoya geçti. Ve yine
istikrarından asla şaşmayarak banyonun girişindeki ufak halıya takılıp halıya
sövdü.
YESENYA
Well, that sounds familiar :))
YanıtlaSil