ANKA KUŞU
İnsan
kaybettiklerini gördüğünde anlıyor hayatı. Vazgeçtiği, güçsüz kaldığı,
yorulduğu zamanlarda kavrıyor aslında kim olduğunu. Vazgeçmem dediğinden
vazgeçmek zorunda kaldığında, gitmez dediği tarafından terk edildiğinde, hayatı
için sınırlar çizip sonra o sınırları bir bir aştığında fark ediyor neler
yapabileceğini. Güçlü olduğunu zannedip yenilmek, tam ‘yenildim artık bitti’
dediğinde yeniden başlamak… Değişik bir döngü yaşam. Ve en sevdiği şey bizi
hazırlıksız yakalayıp iyi ya da kötü, bir şekilde şaşırtmak. Elindeki termostan
kahvesini yudumlayıp denizi seyrederken bunları düşünüyordu. Esen soğuk rüzgâr
tüylerini ürpertirken, içtiği kahve içini ısıtıyordu. Hayatının her anı gibi bu
basit an bile tezatlar barındırıyordu işte. Bu kadar derin düşüncelere girip
hayat üzerine aforizmalar parçalamasının bir nedeni vardı elbette. Bir zamanlar
altüst olan hayatını ilmek ilmek tekrar işlemiş, inatla ayakta kalıp var olma
savaşı vermişti. O savaşı kazanıp yepyeni bir hayata başlamasının birinci
yılıydı bugün. Deniz kenarında kahve içerek kendini ödüllendirmesi de bu
yüzdendi zaten. Her zaman başarmaya odaklanmış, birilerinin saygınlığını
kazanabilmek için hep mücadele etmişti. Bunu bir ayrıcalık olarak görmüyordu
tabii, saygı görmek için sürekli mücadele etmek kadınlığın birinci kuralıydı
zira. Hayatta kalmak için, başarılı olmanızın sebebinin herhangi bir adama
bağlı olmadığını ispatlamak için, kısacası saygı uyandırmak için sürekli
çalışmak zorundaydınız. Üstelik bu savaş en çok hemcinslerinize karşı
verdiğiniz bir savaştır. Sizi en çok anlayacak olan hemcinsleriniz sizi
savunmak yerine hassas noktalarınızdan vurmaya çalışır. Başarabilmek için
çalışmanın yanı sıra bu psikolojik savaşta da kazanan olmak zorundasınız. Kendi
hikâyesi de bu klişeleri barındırıyordu işte. Babasından miras kalan bir reklam ajansı vardı. Kendi çapında bir itibarı olan, güzel işler yapılan nezih bir ajanstı. Çocukluğu babasının masasına oturup kendince sloganlar üretmeye
çalışarak geçmişti. O sunumları yapan, son derece bakımlı ve özgüvenli görünen
şirketteki ‘ablalara’ çok özenir büyüyünce böyle olmayı hayal ederdi hep. Öyle
de oldu. Babasından sonra ajansın prestijini neredeyse ikiye katlayacak işler
yaptı. O kadar seviyordu ki bu işi; uyurken bile düşünüyor, çalışırken yemek
yemeyi unutuyor, sabah yapacağı işleri düşünerek müthiş bir enerjiyle
kalkıyordu yatağından. İşler olması gerektiği gibiydi. Çok çalışmanın
karşılığını her yönüyle alıyordu. Tabi bu başarının getirisi olduğu kadar ondan
koparıp aldıkları da vardı. En yakın arkadaşlarını kaybetmişti mesela. Onun
başarılarıyla övünüp destek olmak yerine dedikodu yapmayı tercih etmişlerdi.
İlk darbe ağır olmuştu yani, yerden kalkması biraz uzun sürdü o yüzden. Daha
sonra sevgilisi terk etti. O bir işkolikti sevgilisinin gözünde, heyecanla
anlattığı gelişmeleri dinliyormuş gibi yapardı. Son zamanlarda ise bu zahmete
bile katlanmayıp direkt duymamazlıktan geliyordu. O gün olan bir olayı
heyecanla anlatırken birden lafını bölüp ‘eee ne yiyoruz?’ diyordu mesela. O da
gittikten sonra iyice işe vurmuştu kendini. Arkadaş ve sevgiliden boşalan
kontenjanı bir şeyle doldurması gerekiyordu sonuçta. Daha çok çalışıyor haliyle
daha çok kazanmayı bekliyordu. Yaptığı işler mükemmel olmak zorundaydı, asla
ama asla müşteri kaçırmaması gerekiyordu. Bu hırs onda ciddi bir öfke yaratmaya
başlamıştı. İş yerine geldiğinde eskisi gibi heyecanlı ve enerjik değil;
tedirgin, sinirli ve telaşlı oluyordu. Herkesi azarlıyordu. Herkes hata yapıyordu
ona göre, hiçbir şey onun istediği şekilde mükemmel değildi artık. Metinler
eksik yazılıyordu mesela, çayı soğuk ya da çok koyu ya da çok açık geliyordu,
logolar her seferinde göz yorucu derecede abartılı ya da fazla sade oluyordu.
Çalışanları bir bir kovmaya başlamıştı. En basit hataları bile düzeltmeleri
için fırsat vermiyor, direkt kovuyordu. Üstelik öyle sessiz sessiz çıkışını
vererek değil, herkesin içinde bağırarak onur kırıcı şekilde yapıyordu bunu. En
nihayetinde bir avuç çalışanı kalmıştı geriye. Gelen işlere yetişmek şöyle
dursun, günlük işlere bile yetişemiyorlardı. Metin yazarı aynı zamanda
fotokopiciydi mesela. Logo tasarımcısı çay ve kahvelerden sorumluydu... Bu
haldeyken kaybetmemek için bin bir uğraş verdiği bütün müşterileri arkalarına
bakmadan kaçtılar. Maddi anlamda yaşadığı zorluklar da çözülemez hale gelince,
beklenen son geldi. Babasının emanetini batırmıştı. Yapacak hiçbir şeyi,
tutunacak hiçbir dalı kalmamıştı. Hayatı boyunca bu kadar çalışmışken şimdi
nasıl hiçbir şey yapmadan durabilirdi? Kendi hırsı ve egosu yüzünden bu
haldeydi üstelik. Kızıp bağıracak kimse de yoktu. Bir müddet düştüğü yerden kalkamadı.
Sadece uyuyor, boş boş geziyordu. Düşünmekten delirmek üzereyken kendine geldi.
Harekete geçmek, bir şeyler yapmak zorundaydı. En dibe gelmişti işte, düştüğü
yerden daha derin bir yer yoktu ki. Neyden korkuyordu? Kaybedeceği bir insan da
kalmamıştı zaten çevresinde. Bir şeyler yaratmak, üretmek onun kanında vardı,
öylece oturup duramazdı. Önce internetten bulduğu tüm ilanlara başvurdu. Daha
sonra sektörden tanıdığı tüm arkadaşlarına gidip durumu anlattı. Ortaklık
teklifleri en başından geçiştirilmişti zaten. Bulunduğu kariyerden devam etmesi
imkansızdı. En başından başlamak zorunda olduğunu görünce vazgeçmek istedi.
Sonra yine o soru geldi aklına. ‘Başka çaren var mı?’. Uğraşmaya devam etmek zorundaydı.
Daha önce ortak iş yaptığı birçok şirket vardı. Hepsi ama hepsi onu görmezden
geldiler. Bir kere başarısız olursan geçmişte yaptığın tüm başarıların unutulur
çünkü. İşin doğası bu. Yılmadan devam etti aramaya ama yok, hiçbir yer almadı
onu. Girdiği ve reddedildiği yerlerin arkasından konuştuğunu duyuyordu. ‘Kendi
şirketini batırdı sıra bizimkine geldi’, ‘gelmiş bir de iş istiyor yazık
valla’, ‘zamanında paslamadığı işlere saysın’… Ayakta kalabilmesi için kimse
bir şans vermiyordu ona. Aramayı bıraktı sonunda. Uzun bir zaman sektör
değiştirmek için uğraştı. Aklına gelen her sektörü deneyip küçüklü büyüklü
işlere girdi ama olmuyordu işte. Onun işi bunlar değildi ki. Günler böyle
geçerken internette bir ilan gördü. Büyük bir şirket kendi reklam filmi için
öneri istiyordu. Her zaman çalıştığı reklam firmasıyla arası bozulunca böyle bir
kampanya başlatmış, bu kampanya sonunda işini beğendiği firmayla devam etmek
istiyorlardı. Bulunmaz bir fırsattı bu işte. Adını tekrar altın harflerle
yazdırabilmek için bu son şansıydı. Günlerce çalıştı bunun için. Aradığı
yoğunluğa yeniden kavuşmuştu sonunda. Tam bir haftada müziğinden metnine kadar
tüm detaylarıyla hazırdı iş. Tabi birkaç eski çalışanından da yardım almıştı.
İşi kampanya sahibine teslim ettikten sonra günlerce bekledi. Hiçbir kıpırtı
yoktu. ‘Çok fazla seçenek var demek ki, inceleyip karar vermeleri uzun sürmüş
olsa gerek…’ diye avutuyordu kendini. İki hafta geçti üzerinden. Bu sürede
telefonu her çaldığında heyecandan bayılacak gibi oluyordu ama sonu hep hüsran
oldu. Bir gün ilk kez heyecanla açtığı telefonu daha büyük bir heyecanla kapattı.
Kampanya sahibi firma, reklamdaki ters köşelerden ve yaratıcılıktan çok
etkilendiklerini ve bu işin sahibini görmezden gelmek istemediklerini söyleyip
ona iş teklif ettiler. Kendine ait bir şirketi olmadığı için kampanya sahibi
firmanın seçtiği bir reklam şirketi bu fikri hayata geçirecekti ve bunun karşılığında
da onu işe alacaklardı. Teklif ettikleri pozisyon eskisiyle kıyaslanamayacak
kadar küçüktü ama başarmıştı işte. Kendi küllerinden doğan bir Anka kuşuydu
adeta, zor olmuştu ama kendini var edebilmek için bir yol bulmuştu. Geçen sene
tam bugün başlamıştı bu işe. Eli ayağı titriyordu heyecandan, eski özgüveninden
eser kalmamıştı. Ama akıllanmıştı. Bir kere kaybettiğinden olsa gerek, daha
temkinliydi şimdi. İlk yaptığı şey arkadaşlar edinip hayatını doldurmak oldu.
Çevresinde kendisini sarsıp ‘yanlış yapıyorsun!’ diyebilecek birileri vardı
artık. Çalışma arkadaşlarıyla iyi geçiniyor, onlara gün içinde mutlaka zaman
ayırıp en azından bir kahveyi birlikte içiyordu. Daha sık sosyal aktivitelere
katılıp daha çok uyuyordu. Çalışma saatlerini belli bir sürede tutup o saatleri
geçmemeye dikkat ediyordu. Bir madde bağımlısının zamanla kendini iyileştirmeye
çalışması gibiydi bu. İşinden yavaş yavaş uzaklaşıp gerçekten yaşamaya başladı
zamanla. Bugün, değişiminin üzerinden tam bir yıl geçmişken, burada durup
denize karşı oturmuş kendi şerefine -kutlama kadehi niyetine- bu kahve
termosunu kaldırıyordu. Başaramadım diyerek vazgeçmek yerine bir şeyler yapmaya
çalışan, yoluna taş koyanlara inat kendini var eden, en çok da kendi hırsıyla
savaşabilen herkes gibi kendiyle gurur duyuyordu. Termostaki son yudumu da içip
bulutların arasından kendini hafif hafif göstermeye başlayan güneşe doğru
gülümsedi ve sessizce, hayatında yolunda giden her şey için teşekkür etti.
YESENYA
Yorumlar
Yorum Gönder