Son Çare
Nereye gittiğimi
bilmeden koştum. Hiçbir şey düşünecek enerjim kalmasın diye, olan her şeyden,
en çokta kendimden uzaklaşmak için ya da sadece bir şeyler yapıyor olmak için
bilmiyorum. Artık soluduğum hava ciğerlerime yetmiyor, kalbim sadece benim
vücuduma değil tüm dünyaya kan pompalıyormuşçasına atıyor, bacaklarım ettiğim
bu eziyete isyan eder gibi titriyordu. Kaç zaman sonra durdum bilmiyorum. Tüm
havayı ciğerlerime çekmeye çalışarak hızlı hızlı ve derinden nefes alırken
yanımdaki ağaca tutunup gözlerimi kapattım. Hiçbir işe yaramamıştı, ben o kadar
kaçmıştım ama gözlerimi kapattığımda hala o ânı görüyordum. Kafamdan silmek atmak hatta belleğimi tümden kaybetmek
istiyordum ama hayat filmlerdeki gibi değildi maalesef. Her şey bu gece olmuştu.
Sabaha karşı üç gibi telefonum çaldı. Acı acı çaldı derler ya hani, tam
anlamıyla öyle. Sıçrayarak uyandım ama beynim hala uykuda. İnanılmaz bir
yorgunluk hissediyorum ve o an tek istediğim telefonu duvara fırlatıp onu
sonsuza kadar susturmak. Ama tüm yaşantım bu aygıta bağlı olduğundan
sakinleşmeye çalışarak baktım ekrana. ‘Ne arıyorsun kızım bu saatte?’ diyerek
açtım telefonu ama bir terslik vardı. Bana bir şeyler anlatmaya çalışan kadın
benim arkadaşım değildi. Arayanın kim olduğunu, telefonun sahibinin nerede
olduğunu sormaya çalışırken hattaki kadın tane tane anlatmaya başladı. Hastaneden
aranıyordum. Telefonun sahibi –yani benim en yakın arkadaşım- ufak bir kaza
geçirmiş… Son aranan numara buymuş… Hemen söylenen adrese gitsem iyi olurmuş…
Anlayamıyordum. Kelimeler havada asılı, aklım son derece karışık, panikten
kulaklarım uğulduyor… Ani bir güçle kalktım yerimden adresi not edip
hazırlandım. Yarım saat sonra söylenen yerdeydim. Görevlilere derdimi bağıra
bağıra anlatmaya çalışırken beni arayan hemşire geldi yanımıza. Beni
arkadaşımın yanına götürmesini rica ederken neler olduğunu öğrenmeye
çalışıyordum. Kadın sadece ‘sakin olun’ demekle yetiniyordu. Panik halindeki
birinin sakin ol lafını duyması katil olma sebebidir. Sakince ama gayet tehditkâr, arkadaşıma ne olduğunu sordum. Gözlerimden anlamış olacak ki,
midesinin yıkandığını şu an baygın olduğunu söyledi. Midesi mi yıkanıyordu?
Neden? Zehirlenmiş miydi? Kaza geçirmişti hani? Sakince sormuştum soruları ama
aldığım cevapla delireceğimi sandım. İntihar girişiminde bulunmuş! İntihar!
Beni hemen arkadaşımın yanına götürmesini rica ettim. Ellerim titriyordu. 15
yıllık arkadaşım. Ben onu ondan iyi tanırım. Ölmek isteyemez o. Hayatı sever.
Yoga falan yapan biri ya bu kadın. Her gün güneşi falan selamlar, etrafına
mutluluk saçar… Soğukkanlı olmaya çalışırken koridorun karşısından gelen bir
grup görevli gördüm. Odaya taşıdıkları baygın hasta hayatımın yarısını
paylaştığım insandı. Üst kattaki odalardan birine çıktık hep birlikte. Yukarı
çıkarken hemşireye buraya onu kimin getirdiğini sordum. Karşı apartmandaki
komşusu balkondan onun mutfakla balkon arası bir yerde bayıldığını görmüş,
ambulansa haber vermiş. Refakat etmeye korkmuş sanırım. Arkadaşım bir başına
hastane köşelerinde kıvrandığına göre… Odaya çıkınca hemşireler gerekli
işlemleri yapıp çıktılar odadan. Baş başaydık. Arkadaşıma baktım. Saçları
dağılmıştı. Sakince saçlarını düzeltip yüzünü okşadım. Birkaç saat önce kendini
öldürmeye çalıştığına inanamıyordum. Uyumadan önce konuşmuştuk üstelik. Her
zamanki gibiydi sesi. Tek istediğim bir an önce uyanmasıydı. Soracak çok sorum
vardı. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, sayıklamaya başladı. İnilti gibiydi bu
mırıldanmalar. Anlamsızdı. Hemen hemşireyi çağırdım. İki hemşire başına üşüşüp
kontroller yapmaya başladılar. Biri ateşine bakıyor, öbürü serumu kontrol
ediyor. Daha bir sürü şey. Ben sadece ona bakıyorum. Sıkkın bir ifade var
yüzünde, acı çeker gibi, isyan eder gibi bir ifade. Bir süre sonra sustu.
Hemşire birazdan uyanabileceğini söyledi. Üstüne gitmemeliymişim, şokta
olabilirmiş. Asıl bendim şokta olan. Olanlara anlam veremiyordum ama sakince
başımı sallayarak cevap verdim hemşireye. Onlar odadan çıkarken uyandı. Yanına
gittim, saçını okşadım, gülümseyerek nasıl olduğunu sordum. Beni algılaması
uzun sürdü. Neler olduğunu hatırlayınca sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Sessizce
saçını okşayıp rahatlamasını bekledim. Gözlerime baktı, anlatırken gözyaşları
sicim gibi iniyordu gözlerinden. “Yoruldum artık. Mutlu olmaya çalışmaktan, her
şey normalmiş gibi yapmaktan sıkıldım. Beni sevmediğini bildiğim halde yanımda
duran kocamdan, işimden, anne olamamaktan…” Son cümleyi söyledikten sonra nöbet
geçirircesine ağlamaya başladı. Uzun zamandır bebek için türlü doktorlara
gidiyorlardı. Ama durumun bu kadar vahim olduğunu bilmiyordum. Doktorların
verdiği olumsuz cevapları bile bana umutla, neşeyle anlatırdı. “Olacak.” derdi,
“Hissediyorum.” Şimdi ne olmuştu böyle. Ağlaması bitince devam etti. “Uzun zamandır
hissediyordum bu çaresizliği. Ama bu gece bitsin istedim. Hazır o da yok.” O
dediği kocasıydı. İki gün önce şehir dışına gitmişti hasta annesini görmeye. “Bir
film izlemeye başladım akşam. Daha yarısında sıkılıp balkona çıktım. Yıldızlara
bakıyordum. Kendime bir kahve yapmak için içeri girdim. Suyun ısınmasını
beklerken gözüm masanın üstündeki haplara takıldı. Son gittiğimiz doktorun, son
çare dediği haplar. Son çare. Beynimde yankılandı bu cümle. Bir anda aslında
uzun zamandır kendimi bu fikre hazırladığımı fark ettim. Hiç tereddüt etmeden
içtim tüm kutuyu. Sonra uyuşmaya başladım. Yemin ederim içimde korku bile
yoktu. Ama ne olduysa gözümü burada açtım işte.” Gerisini ben anlattım ona. Hiçbir tepki
vermedi. Uzun bir süre yalnızca tavana baktı boş gözlerle. Ses etmedim ben de
içine girdiği şoku atlatması için süre vermeliydim ona. Almak istediğim
cevapları almıştım nasıl olsa… Çok sonra bana dönüp “Bana kafeteryadan içecek
bir şeyler getirir misin?” dedi. Önce hemşirelere sormam gerektiğini söyledim.
“Tamam, ben beklerim. Çok susadığımı söyle olur mu? Teşekkür ederim canım
dostum.” Ona gülümsedim ve çıktım odadan. Canım dostum dediğine göre yavaş
yavaş eski sevimli haline dönüyordu. Bir hemşireye rastlamak için yakın
koridorlara baktım ama kimse yoktu. ‘Personel odası’ yazan bir odanın kapısını
çaldım, bir saniye bekleyip usulca açtım kapıyı. Gecenin yorgunluğunu
ayaklarını uzatarak dindirmeye çalışan bir hemşire aceleyle toplandı.
Hemşireden gerekli izni alıp kafeteryadan ufak bir şişe su, kendime de sert bir
kahve aldım. Odaya geldiğimde yatağı boştu. Lavaboda olduğunu düşünüp kapıya
vurdum. Ses gelmedi. Birkaç kere daha seslendim. Cevap yok. En sonunda yavaşça
açtım kapıyı. Beynimden vurulmuşa döndüm. Sadece çığlık attığımı hatırlıyorum.
Kırık cam parçalarından anlaşılıyordu, çantamdaki parfüm şişesini kırıp, bir
parçasıyla kesmiş bileklerini. Kocaman yarıklar var iki bileğinde de… Hala
delicesine akan kanının oluşturduğu birikintide yatıyor nefes almadan. Benim
çığlıklarımı duyan hemşireler sardı etrafımı. Birileri onu kaldırırken birileri
beni tutuyordu. Zorlukla kaçtım ellerinden. Koştum sadece. Son sözleri
yankılanıyor beynimde. “Teşekkür ederim canım dostum.”
(Şarkı önerisi: Adamlar- Hepinize El Salladım)
YESENYA
Yorumlar
Yorum Gönder