Enginarın Kalbi

Sinirle girdi mutfağa. Tüm sinirini çıkarmak istercesine hınçla giydi önlüğünü. Dolaptan gelişigüzel malzemeler çıkardı. Aklında ne pişireceğine dair hiçbir fikir yoktu. Sadece yemek yapmak istiyordu çünkü rahatlamak için buna ihtiyacı vardı. Bugün şahit olduğu olay ancak bir şaka ya da bir kabus olacak kadar kötüydü. Tüm olayı ayrıntılarıyla düşünmeye başladı soğanları doğrarken. Elinde faturalarla aceleyle belediye binasına doğru yürüyordu. Karşıdan karşıya geçerken adamı ve yanındaki dört köpeği fark etti. Başlarda ilgi çekici bir durum yoktu ama köpeklerin adama bakışlarındaki ürkeklikten bir sorun olduğunu anlamıştı. Bir müddet bekleyip köpekleri gözlemledi. Adama boyunlarını eğmiş, korkuyla bakıyorlardı. Adamsa gayet sakin elindeki gazeteyi okumakla meşguldü. İzlemeyi bırakıp belediye binasına gitmesi ve mesai bitmeden faturaları yatırması gerekiyordu. Daha sonrasında da yapılacak yığınla işi vardı ama içinden bir ses gitmemesi gerektiğini bir sorun olduğunu söylüyordu. 2-3 dakika bekledikten sonra izlemekten vazgeçip tam binaya yöneliyordu ki adam gazetesini topladı, gazeteyi ince bir boru haline getirip kendi bacağına hafifçe vurdu. Köpekler de sanki bu komutu bekliyormuşçasına telaşla adamı takip etmeye başladılar. Adamda rahatsız edici bir soğukkanlılık, köpeklerdeyse tüyler ürpertici bir korku vardı. Cesaretini toplayıp adamı takip etmeye başladı.
Olanları düşünürken hırsla domatesleri doğramaya girişti. Her bıçak darbesinde öfkeyle beddua ederek doğruyordu domatesleri. Dünyadaki iğrençliği yok etmek ister gibi, tüm kötülüklere karşı gelir gibi savuruyordu bıçağını.
Adamı takip etmesi fazla uzun sürmedi. İki sokak ilerleyip yıkıntı bir evin içine girdi. Adamı takip etmekte tereddüt etti. Fazla ıssız ve tekinsiz görünen bu yerde başına her şey gelebilirdi. Bağırsa sesini birinin duyacağından bile emin değildi. Kendi kendine hesaplaşırken içeriden kanını donduran acılı bir uluma sesi geldi. Bir saniye bile düşünmeden attı kendini viranenin içine. Birkaç odaya sessizce baktı ama boştu hepsi. Biraz daha ilerlediğinde viranenin arkasında bir bahçe olduğunu gördü. Yemyeşil otların renk renk yabani çiçeklerin olduğu bir bahçeydi burası. Çok huzurlu bir yer olduğunu düşünüyordu ki burnuna berbat bir koku geldi. Bu güzel manzarayla o kadar zıt bir kokuydu ki, afalladı bir an. Ve sonunda o dehşet verici manzarayı gördü. Yirmiye yakın yaralı, hasta, açıklıktan kemikleri sayılacak hale gelmiş türlü cinste köpekler vardı. Hepsi bir köşeye sinmiş birbirlerine sokulmuşlar, sanki birbirlerine destek olmaya çalışıyor gibi sessizce ama yürek yakacak kadar derinden uluyorlardı. Korkuyla kafasını köpeklerin baktığı yere çevirdi. Beyninden vurulmuşa dönmüştü. Elleri titremeye, hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladı. Takip ettiği adam elinde bir bıçak yanında bir baltayla parçalanmış bir köpek ölüsünün başında duruyordu. Daha sonra kalkıp diğer köpeklerin yanına gitti, dişlerinin arasından ‘sessiz olun’ diye fısıldadı ve önündeki birkaç yavru köpeği hırpaladı. Masum ve savunmasız köpekleri önce korkutup pısırıklaştırıyor daha sonra da tek tek öldürüyordu. Üstelik diğerlerinin gözü önünde.
‘Neden?’ diye öfkeyle bağırdı kendine. Nasıl bir sebep bir insanı bu kadar vahşileştirebilir? O güzelim varlıkları neden öldürmek ister ki bir insan? Kendilerini savunacak, koruyacak, dertlerini bile anlatabilecek konuşma kabiliyetleri yok diye onlara eziyet etmeye ne hakkımız var? Elleri titremeye başladı tekrar. Titremesine hakim olamadığından domatesleri doğrarken parmağını kesti. Ufacık bir kesikti bu. Durdu. Akan kanına baktı. Aniden hıçkırarak ağlamaya başladı. Kendine, parmağına, kendi can acısına ağlamıyordu elbette. Bu kadar ufak bir kesikte onun canı bu kadar yandıysa kim bilir o minik köpeklerin canı nasıl yanmıştır diye düşündüğünden ağlıyordu…
Tıpkı şimdi olduğu gibi ağlıyordu viraneden çıkarken. Sakince düşünüp bir karar vermesi gerekiyordu. Ya şimdi hiç vakit kaybetmeden adamın yanına gidip onu durdurmaya çalışacak ya da polisi çağırıp bu olayı kökünden halledecekti. Olanları görüp hiçbir şey yapmadan polisi beklemek işkence gibiydi ama mantıklı olması gerekiyordu. Tek başına bu adamı durdurması, üstelik bıçaklı bir psikopat olduğunu düşünürsek, neredeyse imkansızdı. Hızlıca polisi aradı, durumu kısık sesle ve seri şekilde anlatmaya başladı. Adresi verip kapattı telefonu. İşte en zor kısım gelmişti. Polisler gelene kadar bekleyecekti. İçerde acı çeken, öldürülen canlılar varken hiçbir şey yapamadan beklemek cehennemi yaşamaktı adeta. Titriyor, ağlıyor, olduğu yerde volta atıyordu. Gerçekte yarım saat süren ama ona seneler gibi gelen beklemeden sonra polisler nihayet geldiler. Hızlıca gördüklerini, içerde kaç köpek olduğunu, adamın yalnız ama son derece tehlikeli göründüğünü rapor etti polislere. Polislerden en yetkilisi olduğunu tahmin ettiği kişi ona olduğu yerde kalmasını söylüyordu ki, hemen itiraz etti. Onları beklerken yeterince zorlanmıştı, daha fazla burada eli kolu bağlı duramayacaktı. En azından polisler adamı yakalarken diğer köpeklerin yanında durabilirdi. O köpeklerin şefkate ihtiyacı vardı, hem de hemen! Daha fazla vakit kaybetmek istemeyen polis memuru ‘peki, ama içeri girip adamı etkisiz hale getirene kadar arkamızda duracaksınız’ dedi ve anlaşma sağlandı. Süratle girdiler viranedeki bahçeye. Her şey 15 saniyede bitmişti. Adamı anında etkisiz hale getirip hemen polis arabasına tıktılar. O da bu sırada bekleyen ve acı acı ulumaya devam eden köpeklerin hepsini sevdi, okşadı, güzel şeyler söylemeye çalıştı ama hıçkırarak ağlarken söylediği şeyler, insanların duygularını anında hissedebilen bu olağanüstü varlıklara pek inandırıcı gelmemiş olmalıydı. Diğer polislerin çağırdığı bir kamyonete tüm köpekleri tek tek taşıyarak hepsini barınaklara götürdüler. Yemek verdikleri köpeklerin ürkekliği içini acıtmıştı. Her yemek verdiği köpeği parçalayan o cani geride kalan köpekleri öyle korkutmuştu ki, şimdi bile yemek yerlerse başlarına kötü şeyler geleceğini zannediyorlardı. Barınakla yakından ilgilenen bir yetkiliyle konuşup köpeklerin bakımından emin olduktan sonra evine geldi.
Ağlaması dinmişti.  Yerden kalkıp elini temizledi. Yara bandını yaraya sararken yemek yaptığı tezgaha baktı. Domatesleri doğradığı bıçağa, ortalığa saçılmış yemeklere baktı tek tek… Midesi bulandı. Bugün gördüklerinden sonra bıçak, parçalanmış herhangi bir şey göremeye dayanamaz olmuştu. En sevdiği aktivite olan yemek yapmaktan bile tiksiniyordu artık. Kendine her gün o köpeklerin yanına gideceğine dair söz verdi. Gidebildiği her gün gidecek hepsini tek tek eliyle besleyecek, sevecekti… Belki vicdanı az da olsa rahatlardı.
O sırada tezgahta duran enginara çarptı gözü. Aklına ‘Amelie’ filminin bugüne tamamen uyan klişe repliği geldi;

“…Oysaki siz bayım, bir sebze bile olamazsınız. Çünkü enginarın bile bir kalbi vardır.”
                                                                                              YESENYA

Yorumlar

  1. Çok güzel yüreğine kalemine sağlık...

    YanıtlaSil
  2. Tüylerim diken diken oldu, harikasın :)

    YanıtlaSil
  3. Aslında bu hikayeyi aklımıza getirtecek hatta yazdıracak kadar kötü insanlar dünyada olmasaydı ve böyle hikayeler hiç olmasaydı çok daha iyi olurdu. Ama maalesef ki bazı yaratıklar “insan müsveddesi” dünyaya musallat olmuş😞. Kaleminize Sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazarken aynısını düşündüm. Bu hikâyede bana ilham olan her şeyden nefret ettim hatta. Maalesef bu yalnızca bir kurgu değil ve bu tarz şeyler bir yerlerde her gün oluyor.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar