Rahatlama Üzerine Birkaç Tavsiye

Bir yerde okumuştum en güzel ilaç yazmak diyordu. Sanırım o zamanlardan alışkanlık bende bu yazmak… Ne zaman gerçekten önemli bir şey duysam/okusam, gerçekten canım yansa, çok üzülsem, çok sevinsem yani kısaca ne zaman yaşamı sorgulasam yazarım. Ama sıradan bir yazma eylemi gibi değil. Yıllardır yazmamışçasına, elime daha önce hiç kalem almamışçasına, okuma yazmayı yeni çözmüş masum bir çocuğun açlığıyla yazıyorum adeta. Kelimeler zihnimden boşalıyor ve ben sadece beynime itaat ederek yazıyorum. Düşünmeden, akıl süzgecinden geçirmeden, yanlış anlaşılmayı aklımdan bile geçirmeden… Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki; gerçekten rahatlatıyor. İçinizde kalan ne varsa, söyleyemediğiniz, anlatamadığınız ne varsa hepsini yazmalısınız. Hepimize olur bazen. Sorgularsın. Her şeyi, herkesi. Anlayamazsın. Sürekli soru sorar ama cevabını asla bulamazsın. Ya da gitmek istersin. Başka bir hayat yaşamak, başka insanlarla başka şehirlerde olmak istersin. Ve tabi hiçbirini yapamazsın. Kocaman, içinden çıkılmaz bir hapishanede hissedersin kendini.  İşte o hapishanenin tek kurtuluş yolu anlatmak. Konuşarak ya da yazarak fark etmez. İnsan beyni sanıldığı kadar kusursuz ve mucizevi değil. İnsanın her uzvu gibi o da son derece kısıtlı ve aciz. Anıları, olayları hapsedip o olaylardan çıkarım yapıp bir de o olaylara çözümler üretemiyor. Bazen dışarıdan bakmak gerekiyor görmek için. Herkes gibi bakmak, objektif olmak gerekiyor. İşte bizim o kusursuz sandığımız beynimiz tam da bu noktada yetersiz oluyor. Olaylara, insanlara hep taraflı bir gözle bakmaya başlıyor. Bunu kırmanın en etkili yolu da yazmak. Çünkü yazarken hikayeniz başkasının hikayesi oluveriyor. Sihirli bir değneğe dönüşüp sizi o hikayenin kahramanı değil gözlemcisi yapıyor. İşte tam o an başlıyor gerçek özeleştiriniz. Günlük tutmak faydalı olabilir ama günlük bana hep riyakar gelmiştir. İnsan sonradan okuyacağını bildiği şeyleri yazarken istemeden kendi kendini utandırmamak için mantıklı ve olgun olmaya çalışıyor. Sonradan yırtıp atabileceğinizi bilerek yazarsanız kendinize karşı daha objektif dolayısıyla çok daha acımasız olabilirsiniz.
Francis Bacon’un şöyle bir sözü var; “Okumak bir insanı doldurur, konuşmak onu hazırlar, yazmak ise olgunlaştırır”. Ne kadar doğru. Okurken eleştirel olup bir kalıba bürünüyoruz. Konuşurken çoğu zaman düşünmüyoruz bile. Ama yazarken tamamen biziz. Tüm bilinçaltımız su yüzüne çıkıyor. Anılar, objeler, kurgular, hayaller, düşler ve hedefler. Her şey apaçık tüm çıplaklığıyla ortada. Peki bu her zaman iyi bir şey mi? Sanmıyorum. Bazen insan kendi kendini kandırmayı sever. Gerçeklerden kaçmak, sadece inanmak istediklerine inanmak tatlı gelir. Bu hayal dünyasından uyanmak fazla sarsıcı olabilir ve bu depremi herkes kaldıramaz. Her şeyi yazmak, her sorunla karşılaşınca tüm benliği kağıda aktarmak her zaman iyi olmayabilir bu yüzden. Abartmadan ara sıra yapmak lazım bunu. Ruh detoksu gibi düşünmek lazım. Ruhtaki zehri akıtmak gibi…
Mesela zamana bırakmak diye bir klişe vardır ki, ben buna hiç inanmam. Zaman hiçbir şeyin ilacı olmaz. Sadece beklemekten körelir insan ve bunu iyileşme zanneder. Aksine durmamak, beklememek lazım. Harekete geçip her şeyi arkada bırakmak lazım. İşte ben bu harekete geçme gücünü yazmakta buluyorum. Yazıp bir şeyler yaratınca bir şeyleri değiştirebileceğimi görüp cesaretleniyorum. Tavsiye ederim. Geçmiyor ama rahatlatıyor. Cesaret veriyor. E daha ne yapsın? Gerisi size kalmış artık.
Yazımı Blaise Cendrars’ın şu sözüyle bitirmek istiyorum;
“Yazmak yaşamak demek değil, yaşamın dışına çıkmaktır.”

Yaşamın dışına çıkabilme cesareti bulmanız dileğiyle…
                                                                                   
                                                                                              YESENYA

Yorumlar

  1. Dediğiniz gibi bazen kandırmak gerekiyor kendimizi, böylesi daha kolay :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar