Nerede Durmalı?

Yüzüne birkaç kere su çarpıp usulca başını kaldırdı. Sessiz bir hüzünle baktı aynadaki aksine. Tek tek yüzünün her zerresini inceledi. Alnı, gözleri, yılların tüm sıkıntılarını içlerine attığından dolup taşmış gözaltı torbaları, içe çökmüş yanakları, zavallı bir ihtiyar eli gibi titreyen çenesi... Ne zaman bu kadar yaşlanmıştı? Yaşlanmak sadece yaş almakla olan bir şey değildi elbette. Onun bedeni kısa süredir hayattaydı ama ruhu son derece yaşlıydı. Bu ruh çöküntüsü yüzüne yansıyordu haliyle. Acıyarak baktığı yüzüne tiksintiyle bakıyordu artık. Her şeyi mahvetmişti. Her şeyini kaybetmişti. Nasıl oldu, ne ara oldu hiç hatırlamıyordu ama sonuç ortada. İşi, parası, ailesi… Hiçbiri yoktu artık. Oysa her şey ne kadar güzel, ne kadar yolundaydı. Orta halli bir şirketin ortanın biraz üstü bir pozisyonunda gayet iyi halli bir maaşla çalışıyordu. Ailesi vardı. Şefkatinden asla şüphe duymadığı sevgisi altında adeta ezildiği annesi, her zaman olmasa da genellikle iyi anlaştığı babası, bir de çokbilmiş ama sempatik bir ablası vardı. Onları seviyordu. Gerçekten. Ama onları üzmemek adına kendini dizginleyemediğine göre kendini daha çok seviyormuş demek ki. Her şeyin bu kadar yolunda olduğu bu zamanda o ne yapmıştı? Doyumsuzca daha fazlasını isteyip saçma sapan işlere bulaşmıştı. Kaldığı ev ona küçük gözükmeye başlamıştı. Arabası eski, takıldığı mekanlar yavan geliyordu artık. Hepsini değiştirmeliydi. Nede olsa orta halli bir şirketin ortanın biraz üstü bir pozisyonunda gayet iyi halli bir maaşla çalışıyordu. Bu kadar lüksü hak ediyordu. Hem böylece yalnızlıktan da kurtulurdu belki. Sonuçta kadınlar parayı severdi değil mi? O çok paralar kazanırsa birçok kadın peşinde pervane olacaktı. Her zaman okuduğu ve kendine örnek aldığı bir yazar vardı. Dostoyevski… Ama onun eşsiz edebi yönünü değil salak gibi gidip kumarbaz yönünü örnek almıştı.  Şanslı ve zeki olduğunu sandığı için kumar oynamak ona risk gibi gelmiyordu. Olasılıkları hesaplayıp atılan kartları da göz önünde bulundurursa güzel kazanırdı. Tıpkı kitaplardaki gibi… İlk oynamalarında sahiden de öyle olmuştu. Ortaya koyduğu paranın neredeyse 2-3 katını kazanıyordu her seferinde. Sonraları bu da yetmemeye başladı. Risksiz bu işin tadı çıkmazdı ki. Büyük oynamaya karar verdi. Son bir vurgun yapacaktı ve kumarı tamamen bırakacaktı. Eroin bağımlısı birinin krizi tutana kadarki kararlı duruşu ne kadar sürerse o kadar sürmüştü bu onurlu duruş. İlk vurgun hesapladığı gibi oldu. Ortaya konan tüm parayı aldı. Sonra o an geldi. Ya masadan kalkıp bir daha hiç oynamayacaktı ya da son bir oyun daha oynayıp tüm parayı dörde katlayacaktı. Tabi ki ikinci seçeneği uyguladı. Sonuçta birincide kazanmıştı, tekrar kazanabilirdi. Bu sefer olasılık hesapları pek yolunda gitmedi. Tek bir kartı saymayı unuttuğu için kaybetti. Tek bir kart… İncecik… Basit… Zayıf bir kart… Kaybetti. Evini, tüm parasını, olanları öğrenince kalp krizi geçiren annesini, sinirden ve utançtan onu reddeden babasını, çokbilmiş ama sempatik ablasını… Her şey gidince bu koca boşluğu doldurabilmek sadece içkiyle mümkün olabilirdi. Her sabah akşamdan kalma sarsak haliyle işe gelen birini patronu istemedi haliyle. Böylece iş hayatı da, puffff… Yok oldu. Aynadaki aksine yine acıyarak baktı. O acıma tekrar tiksintiye ve en sonunda öfkeye dönüşürken kendini parçalanmış bir aynanın parçaları arasında ağlarken buldu. Ne ara parçalamıştı aynayı? Tüm sorular gibi bu da belirsizdi. Az önce öfkeden ayna kıran başkasıymış gibi sakince etrafa saçılan parçaları toplayıp elini sargıladı. Isıtıcıya su koyup bardağını hazırladı. Bu kısa adrenalinin üstüne bir kahve iyi giderdi değil mi?
                                                                                                                 
                                                                                                                      YESENYA

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar