Minerva Kitabevi
Delice bir hızla
yağıyordu yağmur. Cadde de 3-5 insan kalmıştı. Herkes evlerine, iş yerlerine
sığınmış kapılarını, pencerelerini sıkı sıkıya kapatmışlardı. İşten erken
çıkmıştım o gün. Buna sevinememiştim bile. Durağa kadar yürümem gerekiyordu ama
böylesine şiddetle yağan yağmurda bu pek mümkün görünmüyordu. Ufak bir tentenin
altında kısılıp kalmıştım. Uzun süre bekledim ama yağmur dinmek bilmiyordu ve
ben çok üşümüştüm. Ne yapacağımı düşünürken kırmızı tenteli, pencere önünde
renk renk çiçekleri olan, adının ‘Minerva’ olduğunu zar zor görebildiğim bir
kitapçı çarptı gözüme. O an en son ne zaman bir kitapçıya girip kitap aldığımı
sordum kendime. Cevabı hatırlayamayacak kadar çok olmuştu. Caddenin karşısına
koşarak geçip biraz yürüdüm ve usulca açtım bu şirin dükkanın kapısını. Kapının
açılmasıyla burnuma mum ve kokusundan bol tarçınlı olduğu belli olan salep
kokusu doldu. Bazı kokular vardır. İnsanı bambaşka diyarlara götürür. Nedenini
anlayamaz insan. Mesela sırf kokusu tanıdık geldi diye bir insana kendinizi
yakın hissedebilirsiniz. Ya da çoktan unuttuğunuzu zannettiğiniz bir anınız
gözünüzde canlanıverir. Bir kokular bu kadar etkilidir bir de şarkılar. Bende
de aynen böyle olmuştu. Tarçın ve mum kokusunu alır almaz aklıma evim geldi.
Sıcacık sobanın etrafında uyuyakaldığım, sıcaktan yanaklarımın kıpkırmızı
olduğu, annemin bize meyve soyduğu o günlere döndüm yeniden. Duygusallaşmıştım.
Yutkundum. Günlük işlerin telaşından unuttuğum gerçek değerlerin olduğu geldi
aklıma. Burası da tıpkı çocukluğumdaki evimiz gibi sıcacıktı. Adeta insanın
içini ısıtıyordu ortamın bu sessiz ve huzurlu havası. Orta yaşlarını henüz geçmiş, hafif kilolu,
güleç bir kadın “Hoş geldiniz” diyerek kibarca karşıladı beni. “Hangi kitap
türlerine bakmıştınız?” diye sordu. Biraz mahcup başımı eğdim. “Şey... Ben...
Kitap almak için değil, yağmurdan korunmak için girmiştim buraya. Rahatsız
ettiğim için özür dilerim. Ben gideyim.” dedim. İçten bir şekilde gülümsedi.
“Hayır, rica ederim. Lütfen oturun. Kitap almak zorunda değilsiniz ki. Size bir
bardak salep ikram edeyim isterseniz. Üşümüşsünüzdür” dedi güler yüzle.
Teşekkür ederek oturdum köşede duran son derece rahat sarı koltuğa. Koltuk
belli ki okuma köşesi olarak kullanılıyordu. Kenarında küçük bir battaniye,
yanında ufak bir sehpa, başucunda bir gece lambası. Adının Türkan olduğunu
öğrendiğim bu tatlı ve kibar hanım bana salep yapmak için içeri gidince içeriyi
incelemeye koyuldum. O sırada buranın kitapçıdan fazlası olduğunu fark ettim.
Boydan boya bir duvarı kaplayan kocaman bir kütüphane vardı. İçindeki kitaplar
türlerine göre, etiketlenmiş raflara özenle yerleştirilmişti. Yan duvarda ise
yine tüm duvarı kaplayan bir yumak rafı vardı. Renk renk, çeşit çeşit yün
yumaklar dizilmişti buraya da. Çok ilginç geldi. İçinde kırtasiye ürünleri
satan kitapçılara çok denk gelmiştim ama yün?.. Köşede küçük bir şömine vardı.
Onunda önünde minderler serilmişti. Elde örüldüğü belli olan battaniyeler vardı
her bir minderin yanında. Buraya olan ilgim ve sempatim gittikçe artıyordu. O
sıra da Türkan hanım da yanıma geldi elinde koca bir fincanla. Her zamanki gibi
gülümsüyordu. Büyük bir minnetle teşekkür ederek aldım fincanı elinden. Her
yudum biraz daha rahatlatıyordu. Huzurdan mayışmıştım. O da hemen karşımda
duran koltuğa oturdu. Burayı çok sevdiğimi, çok ilgimi çektiğini söyledim.
Buranın, kitapların, yün yumaklarının, şöminenin birer hikayesi olduğuna emin
olduğumu, dinlemeyi çok istediğimi de ekledim. Ayrıca dükkanın ismi de son
derece farklıydı. Minerva’nın ne anlama geldiğini de sordum. O da neşe ve
heyecanla anlatmaya başladı:
Böyle bir kitap dükkanı
onun çocukluk hayaliymiş. Eşiyle evlendikten sonra, eşinin de desteğiyle
kurmuşlar bu şirin yeri. ‘Minerva’ Antik
Roma’da bilgelik tanrıçasıymış. Kitapların insana bilgelik kattığına
inandıkları için dükkanlarına bu ismi koymaya karar vermişler eşiyle. Önceleri
başka bir evde yaşıyorlarmış ama eşi vefat edince burada yaşamaya başlamış.
Burası ona hayat veriyormuş. Örgü örmek ve kitap okumak onun hayattaki en büyük
keyfiymiş. Kendisi eşinden sonra hayata bunlar sayesinde tekrar bağlanmış. Daha
sonra aklına bir proje gelmiş. Kendisi gibi bir çok derdi olan ve kafa dağıtıp
sosyalleşmeye ihtiyacı olan bir çok kadın var. Onlara da yardım etmeli… Bu
düşünceyle onlara destek olmaya karar vermiş. Hafta içi tüm günler mahalledeki
ev hanımlarını toplayıp onlara örgü dersleri vermeye başlamış. Başlarda tek tük
gelen hanımlar zamanla arkadaşlarıyla gelmeye başlamış ve bu büyük bir
etkinliğe dönüşmüş. Daha sonra buraya gelmeye, birlikte vakit geçirmeye alışan
hanımlarla konuşup örgü günlerini 3 güne düşürüp diğer 2 günü okuma günü
yapmaya karar vermiş Türkan hanım. Okuma günlerinde hep beraber seçtikleri bir
kitabı o gün seçilen kişi sesli bir şekilde okuyor diğer hanımlar da tıpkı dizi
seyreder gibi pür dikkat arkadaşlarını dinliyorlarmış. Böylelikle okumaya
alışan, hatta okumaya doymayan bir grup olmuşlar. Proje üretmeye doyamayan
Türkan hanım bu sefer de hafta sonları mahallenin çocuklarını toplayıp onlara
masallar, hikayeler okumaya başlamış. Şömine etrafında olan minder ve
battaniyeler o çocuklarınmış meğer. Üstelik battaniyeleri grup arkadaşlarıyla
birlikte örmüşler. Bu tatlı muhabbet beni son derece duygulandırmış, bana
resmen hayat dersi vermişti. Dünyada hala başkaları için bir şeyler yapan iyi
insanlar vardı. Umutla dolmuştu içim. Ben de bir şeyler yapmalıyım dedim kendi
kendime. İşe önce kendime yardım etmekle başladım. Türkan hanımın da yardımıyla
kendime bir çok kitap seçip onları okudum. Artık vakit bulduğum her akşam
dükkana gidip en az birkaç saat orada vakit geçiriyorum. Bazen sadece kitap
okuyor, bazense saatlerce sohbet ediyoruz Türkan hanımla. Ve her hafta sonu
buraya gelip gönüllü olarak kitap okuyorum çocuklara. Bazen bir yağmur, bir
kitap, bir sıcak salep bir hayatı değiştirebiliyormuş meğer…
YESENYA
Yorumlar
Yorum Gönder